“Erzurum’un neyi meşhur” dediklerinde bazısı ‘cağ kebap’, kimi ‘kadayıf dolması’ der, kimi de ilk sıraya su böreğini alır.
Tarihi ve doğal güzellik açısından bakarsak, Çifte Minareli Medrese, Palandöken Dağı, Tortum Şelalesi ilk sıralarda yer bulur.
Bazılarına göre de Erzurum’un suyu ve havası çok ünlüdür. Hoş onları da önemli ölçüde kirlettik ya.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Palandöken’deki 43 ayrı kaynakta bulunan su, hayırseverler tarafından toprak künklerle şehre getirilmiş, yaptırılan 300’ü aşkın çeşmeden akıtılmış. Asırlardan beri haklı şöhrete ulaşan tarihi çeşmelerden, günümüzde sadece biri Palandöken markasını taşıyor. O da Paşapınar. Diğer tarihi çeşmelerin adı var ama suyu yok. Çünkü o çeşmelerin suyu, bir depoda başka sularla karıştırıldı birbirine, sonra oradan dağıtım yapıldı.
Biz dönelim suyu yapılan tahlillerde temiz çıkan Paşapınar çeşmesine. Bilmeyenler için önce tanıtalım Paşapınar’ı. Erzurum- Kars karayolu üzerindedir. Kent merkezine 5-6 kilometre uzaklıktadır.
Sabahın erken saatinden itibaren gece yarılarına kadar Paşapınar’da canlılık vardır. Vatandaşlar, bidonlar, damacanalarla çeşmenin önünde kuyruğa girer. Suyunu alan gider. Çeşme önünde bir güzellik dikkat çeker. Su alma sırasında kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve de yabancılara öncelik tanınır.
Yazın sıcağında bile karpuz çatlatan suyundan bir yudum aldığınızda dişlerinizin üşüdüğünü hissedersiniz. Geçen hafta su almaya gittiğimizde Paşapınar’ın önü iyice kalabalıklaştı. Hele papazların yol açtığı dolar krizinden sonra kuyruklar iyice uzadı.
Müşteri artınca orada bir kır çadırı faaliyete girdi. Semaverde çay, haşlanmış mısır satılıyor. Suyunuzu aldıktan sonra, yorgunluk çayınızı içerken koltuklara oturarak dinlenebilirsiniz. Ayrıca buradan nafakasını çıkaran gençler, çevrenin temiz olmasına da büyük özen gösteriyor. Çeşme başının niçin kalabalıklaştığına gelince, anlatayım:
ERZURUMLU SUYA İKİ BEDEL ÖDÜYOR
Geçmiş yıllarda Erzurum’un içme suyu ihtiyacı, ovada açılan kuyulardan çıkarılan su ile karşılanıyordu ama yetmiyordu. Bunun üzerine DSİ, Palandöken Barajını yaptırdı, 1 Kasım 2008’de şebekeye bağlandı. Ancak göl çevresindeki yerleşim birimleri bir süre kaldırılmadığı için kirlilik ortaya çıktı. Ozonlama ünitesi kurulmadan kente verilen içme suyunda kanserojen madde olarak bilinen fenol çıktı. Evlerdeki musluklardan sarı ve kokulu bir su akmaya başladı. Bırakın içmeyi, ‘Bu suyla abdest alınır mı?’ tartışması yaşandı.
Yaklaşık 10 yıldan bu yana vatandaş, içmek için ya ambalajlı su aldı. Ya da içme suyu ihtiyacını tarihi çeşmelerden, büyük ölçüde de Paşapınar’dan temin etti. Böylece suya, biri ESKİ’ye olmak üzere iki ayrı bedel ödemek zorunda kalındı.
Döviz kurundaki anormal artıştan sonra başlayan zam yağmurundan ambalajlı su da nasibini aldı. Su şirketleri, eldeki stokları bitirmeden, kur ayarlaması diyerek büyük bir hızla fiyat artışına gittiler.
AMBALAJLI SU EL YAKIYOR…
Daha düne kadar 50 kuruşa satılan 0,5 litrelik pet şişenin fiyatı iki hatta üç katına çıktı. Sokağa çıkan büyük- küçük herkesin elinden düşürmediği yarım litrelik pet şişe suyu, artık alıcıyı değil satıcıyı mutlu ediyor.
Tek kullanımlık pet şişe içindeki içme suyunun 24’lük kolisi, günümüzde 9 liradan piyasaya sürülüyor. Yani yarımlık küçük su, 37,5 kuruş maliyetle işyerine teslim ediliyor. Peki büfe ve marketlerde kaça satılıyor? En az 1 liraya. Kolinin içinde 24 küçük pet şişe olduğu için, 24 lira getiri sağlıyor. Bunun 9 lirasını ürün bedeli olarak çıkarsak, bir koli sudan elde edilen kazanç 15 lirayı buluyor.
Gelelim 1,5 litrelik pet suya. Bir kolide 12 tane olduğu için bir şişe suyun maliyeti 75 kuruşu buluyor. Büyük 5 litrelik pet şişelerin kolisinde ise 4 adet ambalajlı su var, yine fiyatı 9 lira. Beş litrelik tek pet suyun maliyeti 2,25 liraya geliyor. 19 litrelik pet ve damacananın fiyatı da 9 lira. Depozitolu damacanaya en az 50 kez su doldurulup, satılıyor. Düşünün siz elde edilen karı.
Ambalajlı suda son durum özetle böyle. Şimdi bir tüketici olarak üretici ve satıcılara sormak gerekmez mi? Ambalajlı içme suyunda biraz insaflı olamaz mısınız?