1- Tatar, bazı Türkçü büyüklerimiz kabul etmemiş olsalar da, Rusların Türkler için kullandığı isimdir...
2- Ruslar deve dikenine de Tatar derler, yani Türk...deve dikenine Tatar demeye başlamalarının, Türklerle münasebetlerinden sonra olduğunu kestirebiliyoruz...
3- Rusların, Türklerdeki ''Tutunma'' ve ''Direnme'' inadını bizden önce tesbit ettikleri muhakkak...
4- Pek çoğunuzun okuyunca fark edeceği üzere, metni Tolstoy'un Hacı Murat isimli romanının giriş bölümünden aldım...
5- Pek çok kere konuşmaya, Tolstoy'un aşağıdaki cümlelerine atıfla, biz yerleştiğimiz her yerde deve dikenleriyiz diye başladığımı hatırlıyorum...
6- Mücbir sebeplerle (!) ben unutmuş olsam da, buralarda ve her yerde biz hâlâ deve dikenleriyiz...
7- Buyurunuz ve bizi Tolstoy'dan dinleyiniz efendim...
''...Yol kenarındaki hendekte, birdenbire al renkli, tam açmış, göz alan bir deve dikeni gördüm; bizde bunlara ''Tatar'' derler. Ot biçilirken bunları koparmamağa dikkat ederler, kazara biçilse bile orakçılar, ellerine batmasın diye hemen otun içinden çekip atarlar. Aklıma bu deve dikenini koparıp demetimin ortasına koymak geldi.
Hendeğe atladım, çiçeğin göbeğinde tatlı, tembel tembel uyuklayan tüylü bir yaban arısını kovaladıktan sonra çiçeği koparmak için uğraşmağa başladım. Ama güç işti bu, elime mendil sardığım halde dikenler batıyordu; üstelik çiçeğin sapı son derece sert ve sağlamdır.
Beş dakika kadar uğraşarak lifleri birer birer kopardım. Sonunda çiçeği çekip yerinden kopardığım zaman sapı yarık yarıktı, başlangıçtaki tazelik ve güzelliğinden de eser kalmamıştı. Ayrıca ince, zarif kır çiçekleri arasında kaba ve basit görünüyordu. Kendi yerinde çok güzel olan çiçeği boşuna kopardığıma üzüldüm. Koparırken harcadığım gayreti hatırlayarak; ''Ne yaman yaşama gücü bu...'' diye düşündüm.
Evin yolu, yeni sürülmüş kıraç tarlalardan geçiyordu. Tozlu, kara toprak yoldan gelişigüzel yürüyordum. Tarla bir derebeyinin malıydı, ortadan geçen yolun iki yanından muntazam şekilde sürülmüş ve henüz ekilmemiş kapkara topraktan başka şey görünmüyordu.
Toprak iyi sürülmüştü, bütün tarla boyunca tek bir bitki, tek bir ot sapı yoktu; etraf göz alabildiğine karaydı. ''Ne zararcı yaratık şu insanoğlu; hayatını devam ettirmek için başka canlılara hiç aldırdığı yok.'' diye düşünüyor, gözlerimle ister istemez bu kara, ölü tarlada canlı bir nesne arıyordum. O anda yolun sağ yanında bir yeşillik gözüme çarptı. Yakına gelince, demin boş yere koparıp attığım ''Tatar'' ın aynısını gördüm.
Bu ''Tatar'' üç saplıydı. Biri kopuktu, dalın kalan parçası kesik bir el gibi sarkmıştı. Öbür ikisinde birer çiçek vardı. Önceden kırmızı olan çiçekler şimdi kapkaraydı. Kırık saplardan birinin ucundaki çiçek çamurlanmış, sarkmıştı; öbürü yağlı kara toprağa bulaştığı halde dimdik duruyordu.
Besbelli bitkiyi bir araba tekerleği çiğnemiş ama sonra yeniden doğrulmuştu; yampiri durması bu yüzdendi. Gene de üstünde, gövdesinin bir yanı kopuk, iyice örselenmiş, kolu kesik, gözü parlatılmış bir insan hali vardı. Her şeye rağmen, çevresindeki kardeşlerini yok eden insanlara teslim olmuyordu.
''Ne yenilmez bir yaşama çabası!'' diye düşündüm, ''İnsanoğlu her şeyi yenmiş, milyonlarca ot sapını yok etmiş, bu hâlâ direniyor.''