“Suya sabuna dokunmamak” bir deyim. Hiçbir işle uğraşmamak. Hiçbir sorumluluk almamak, Bir işi olduğu gibi bırakmak. Tembellik yapmak. İşlerini başkasına gördürmek. Suç sayılabilecek davranışlardan kaçınmak. Kimseyi incitmeyecek biçimde davranmak gibi geniş anlamlara gelmektedir.
Korona virüs nedeniyle bütün dünyanın gündeminde “suya sabuna dokunmamak” değil, “suya sabuna dokunmak” deyimi değer kazandı. Herkes suya sabuna dokunmaya çağrılmaktadır. Bu maddi yönden her insana verilen bir ödevdir. Manevi yönden de her birey cinsiyet, ırk, inanç ve statü farklarını öteleyerek insanlığın bir parçası ve gezegenin bir üyesi olduğunun bilincine sahip olması ödevidir. Herkes bu sorumluluktan kaçamaz.
Çünkü insanın kendini temizlemesi tarihte bazı toplumlar için bile bir statü meselesidir. Japonya’da on sekizinci yüzyılda askeri rütbe ve tarihsel unvana sahip üst sınıftan olan şogunun biri, bir gün avlanırken hacet gidermek istedi. Köylüler aşağı sınıftan olduğu için onların tuvaletini kullanmayı reddetti. Köylünün tuvaletine gitmek yakışık almazdı. Köylünün evinin ortasına hacetini giderdi. Köylü bu duruma öfkeleneceği yerde, bundan onur duydu. Bütün komşularına gururla gösterdiği dışkı, köyde büyük bir kıskançlık duygusuna neden oldu. Yine şogunun kendi evinde tuvaleti bir merasim gerektirmekteydi. Efendileri ihtiyaç gidermek için çömeldiğinde bir hizmetkâr onu yelpazeliyor, diğeri ise hacet yerini kurulamanın onuruna sahip olduğuna inanarak işini yapıyordu.
Roma dönemine dayanan bir âdete göre, Avrupa kentlerinin sakinleri, evlerdeki hacet giderdikleri kabın malzemesini pencereden sokağa boşaltmak suretiyle kurtulurlardı. Görgülü ve nazik erkekler kadınların sol yanında yürüyerek, pencereden gelebilecek pisliklere karşı onlara kalkan olurlardı. Bu adet bugün de sürmektedir. 1666 Avrupa’da baş gösteren veba salgınında sokaklarda biriken dışkılar, pislik ve çamurlar dayanılmaz hal aldığı için sokak temizleme işi için memurlar atandı. Bunlara leşçi deniyordu.
Ancak veba salgınını pisliğe değil, kuyrukluyıldızların uğursuzluğuna yoranlar da vardı. 1680’de, çok büyük korkular salan bir kuyrukluyıldızın görünmesi üzerine, İskoçya’nın seçkin din adamlarından biri, kuyrukluyıldızlar “işlediğimiz günahlardan ötürü ilahi adaletin ülkemiz üzerindeki belirtileridir, çünkü Tanrı hiçbir ülkenin halkına bunca öfkelenmemiştir.” der.
Yine vebanın ortaçağda pek sık görülmesinin nedeni cinlere kimi zaman da Tanrı’nın öfkesine bağlanıyordu. Dahası Tanrı’nın öfkesini yatıştırma yöntemlerinden birisi de “Yahudileri yok etmekti.” Bu nedenle Bavoria’da öldürülenlerin sayısı on iki bini bulmuştu” der Bertrand Russell Din ve Bilim adlı eserinde.
Hindistan’ dan ticaret kervanıyla Osmanlı kenti Bağdat’a gelen Yahudi tüccarlar salgın hastalıkların nedeni gösteriliyordu. Onlar lanetlilerdi.
1911’de Erciyes Gazetesi’nde; “Kolera adım adım Erzurum’dan ilerlemektedir.” haberine yer veriyordu. Yapılacak en önemli tedbir; evlerin ve helaların kireçlenmesi, sokakların hayvan dışkısından temizlenmesi ve su birikintilerinin giderilmesiydi. Bu akılcı bir çözümdü.
Bugün dünyamızda ve ülkemizde içilebilir temiz suya ulaşmada herkes eşit şansa sahip değil. Şair bağırıyor, oğlum bir su ver, bardağı değil, suyu yıka da ver. O durumdayız.
Sabun önemli bir temizlenme aracı. Kim bulduysa insanlığa ne değerli bir ürün armağan etmiş. Sabuna da ulaşmak sanıldığı gibi herkes için kolay olmamıştır. Tifüs salgınında aylarca cephede yıkanmayan askere sabunu kim verecekti. II. Dünya savaşı nedeniyle ülkemizde sabun karneyle verilmekteydi. Esir düşen askere kim sıcak su ve sabunla yunma ve yıkanma imkânı hazırlayacaktı. Hapishaneler ve zindanlar, suyu olmayan yerleşim yerleri hep temizliğe hasrettir. Buralarda her türlü hastalıklar kol gezmekteydi.
Bugün tıp bilimi, pisliğin hastalıkla ilişkisini kanıtladığı gibi virüslerin yaverlerinin suni kokular ve suni tatlandırıcılar olduğunu da kanıtladı. Beş duyumuzu özellikle de koku ve tat yollarını aldatarak ve onu çaresiz bırakarak suya sabuna dokunmadan yaşayacağımızı sandık. Kendi kendimizin düşmanı olduk. Kendi ellerimizle kendimizi tehlikeye attık. Vücudumuzu her bakımdan çaresiz bıraktık. İstilacı virüsler, mikroplar da bizi cezalandırmaktadır. Öyle de oldu.
Korona virüsün yaptığı ölümcül salgın hastalıklar bir taraftan da bilimin değerini ortaya koymaktadır.
Yine kişilik olarak da gerçeği söyleyebilen, yazabilen, eleştiri yapabilen, riyakâr ve münafık olmayan kısaca erdemli insan olmayı yani “suya sabuna dokunan ” insan olmayı da öğretmektedir.
“Suya sabuna dokunmamak” hem maddi hem de ruhi bakımdan kirli kalmak demektir. Gelin suya sabuna dokunmayan değil, suya sabuna dokunan insan olalım. Birbirimize ikramımız su olsun. Su gibi aziz olalım. Yaşadığımız yeri yeşertelim. Hem maddi hem de ahlaki temiz bir çevreyi ellerimizle yaparak, yaşamaya azmedelim.
Teşekkürümüz öncelikle canla başla fedakârca çalışan tüm sağlık personeline, güvenlik mensuplarına ve tarlada el emeğiyle çalışan bizler için üreten köylüleredir. Dualarımız tüm insanlığın sağlığı, iyiliği ve güzelliği içindir. Vefat edenlere rahmet, tedavi gören hastalara da acil şifalar diliyorum.