Erzurum’da büyüklerimiz yaramaz çocukları “kokor gelir” diyerek korkuturlardı.
Kokor, insan yiyen, canavara benzeyen bir yaratık olarak algılanırdı.
27 Mayıs kokoru (darbesi) bizim evi vurduğunda 12-13 yaşlarında bir çocuktum.
Rahmetli babam, Demokrat Parti’nin Merkez İlçe Başkanıydı.
Hapse atıldı.
Gazetemiz ve matbaamız vardı.
Bilindiği gibi taşra gazetelerinin tek geliri resmi ilanlardır.
27 Mayıs yönetimi gazetemizin resmi ilanlarını kesti.
İnsanlar korkudan bir kartvizit bastırmak için bile matbaamıza gelemiyorlardı.
Ailece açlığa mahkûm edilmiştik.
İkinci kokor darbesi, gençlik yıllarımızda vurdu bizi.
12 Eylül’de Kültür Bakanlığı’nda Basın ve Halkla İlişkiler Başkanı idim.
Emekli bir korgeneral müsteşarlığa, emekli bir tuğgeneral müsteşar yardımcılığına, emekli bir albay da Genel Sekreterliğe atanmıştı.
Yönetimin asker bürokrasisi ile yıldızımız bir türlü barışmadı.
Görevime müdahale ettikleri için adeta kavgalıydık.
Bir gün müsteşar paşa çağırdı.
“Bizim arkadaşlarımızla neden geçinemiyorsun?”
Müsteşar, çok saygı duyduğum bir insandı.
İşini ehliyetle yapan bir emekli asker.
Ona derin bilgisi ve yönetim kabiliyeti dolayısıyla saygı duyuyordum.
Halâ da o duygulardayım.
Neyse, beni açığa aldığını söyledi sayın müsteşarımız.
Ben de iki ay boyunca avare kasnak gibi dolaşıp durdum bakanlık koridorlarında.
Sonra çok değerli bakanımız rahmetli Cihat Baban çağırdı.
“Bu yönetim ne yönetimi?” diye sordu:
Ben de “askeri yönetim” dedim.
“O zaman bu adamlarla kavga etmeyi bırak, görevine bak!”
Emir büyük yerdendi, itiraz etmeden göreve başladım.
12 Eylül kokoru, Adalet Partisi’nin son il başkanı olan rahmetli babama bu defa 5 yıllık siyaset yasağı getirmişti.
Bu kokor, Adalet Partili olan pek çoğumuzu teslim alamadı.
Haklarını yemeyelim; ne özlük hakkıma, ne maaşıma dokundular.
15 Temmuz’daki kokora ordunun içindeki Atatürkçü subaylarla milletimiz karşı çıktı, başaramadılar.
Düşünüp dururum; durup dururken iktidar bu darbe kokoruyla bizi niye korkutur?
Bulduğum sonuç: Saflarını sıklaştırmak için.