"Ahmet bıraksa...
Üçüncü koğuş uyuyacak...
Ahmet bıraksa...
Üçüncü koğuş uyurken ben, tavanda rüyalar göreceğim...
Ahmet bıraksa...
Tanrıkut Mete bütün yüzbaşılarına, sevdiklerinizi oklayın diye emir verecek...
Ahmet bıraksa...
İçimizden biri, sadece birimiz sevdiğini oklamayacak...
Ahmet bırakmıyor...
Ahmet yeter, diyorum...
Dur şunu da çavuş edeyim son, diyor...
Çavuş etmek dediği, çay otları demliğin dibinde beklerken hüzünleniyor, ihtimal ağlıyorlar ve gözyaşları bardağıma dökülüyor...
Son bardağı da ben içeceğim mecburen... kendisine kalan sohbet, muhabbet...''
Ahmet dediğim Horoz Ahmet... Ahmet Sezer Çulhacı. Ülkücüler bir mevsimdi ve Ahmet de o mevsimin en nadide çiçeği.
Bir zulum döneminde ve devlet eliyle önce dalı koparıldı ve sonra kendisi soldu.
Dalına ve kendisine rahmet niyazıyla yazmıştım.Yaşlandım ve yazının başlangıç kısmından sadece bu kadarını hatırlayabiliyorum.
...
...
Ahmet Sezer Çulhacı, Edebiyat Fakültesinde öğrenciyken, ihtimal aleminde dahi ilgisinin olmadığı bir cinayetten hüküm giyip onbeş yıl muhtelif cezaevlerinde yattı.
Tahliyesinden sonraki hayatı cezaevi hayatı kadar sürmedi, maalesef. Bir kamu kurumunun eski hükümlü kadrolarından birinde çalışırken rahmete kavuştu.
Buraya kadarında bir şey yok aldırmayın. Bir mevsim hikâyesidir ve Ahmet de aldırmamıştı.
Dava Balıkesir'de görülürken duruşmalara giderdim. Babası da gelirdi ve nasıl geldiğini bilmez, merak da etmezdim.
Gırtlak kanseriydi. Sesi kısıktı, o mevsimin hatırasına kehanet gibi. Heybesi hâlâ aklımda. Adana'dan Balıkesir'e gidiş dönüş. Ne yiyecekse heybesinde ve heybesi sürekli omuzunda.
Balıkesir Adliyesinde bir banka oturmuş, duruşma saatini bekliyoruz. Bana şiir okuyor, son mısra: Din harap,iman perişan.