KEMAL HATUNOĞLU: (Kızı Ayşe Neslihan Hatunoğlu anlatıyor)
Erzurum’un değerli şahsiyetlerinden eski Numune Hastahanesi müdürü Kemal Hatunoğlu hakkında bir yazı yazmak istediğimi kızı Ayşe Neslihan Hatunoğlu'na söyledim. Oda daha önce yazdığı hayat hikâyesini bana gönderdi. Büyük oğlu Hamit arkadaşımdı, dolayısı ile çocukluğumuzdan beri Kemal amcanın ismini çok duyardım. Şimdi Neslihan Hatunoğlu’nun yazdıklarına bir göz atalım.
Ağustos 1913 yılında dünyaya gelir. Merhamet ve mertliği ile tanınan Erzurumlu yüzbaşı Hamit Bey ve Şefika hanımın tek evladıdır.
Anne ve babanın gelecek hayalleri kaderleriyle yön değişir. Yüzbaşı Hamit Bey önce gazi ve arkasından rahmetli olur. Babasının rahmetli olmasını müteakip annesi Şefika Hanım üç yaşındaki Kemali ninesine emanet edip, komşu genç kızlar ve bazı akrabalarla vefatından 40 gün sonra muhacirliğe çıkar. Göç göç olmuş, göçler yola çıkmıştır.
Erzurum’un Rus istilasına uğraması, akabinde birinci cihan harbi, Ermeni mezalimi, çocukluk yıllarının hafızasında kalan anılarıdır. O bu yılları anneannesi, anneannesinin kardeşi ve birkaç akrabayla yaşamıştır.
Harbin bitimi, muhacirlerin dönüşü, yakılmış yıkılmış insanlar, katledilmiş şehir. Bu şehrin küçük bir mahallesi Köse Ömer Ağa Mahallesi. Bütün olumsuzluklara rağmen ayakta kalabilen, annesinin muhacirlikten dönüşüyle, yeniden hayata tutunan küçük Kemal, önce medrese hayatı, ardından ortaokula gider. Babası gibi subay olmak ister. Ancak komşu amcalar, ‘’tek evlat, giderse dönmez. ’diyerek askeri okula göndermezler.
O hırsla ortaokuldan sonra eğitim hayatını sonlandırır ve 18 yaşını müteakip icra dairesinde işe girer. Ancak iki kez hacze gidince bu olaylara dayanamaz, icra dairesinden ayrılır.
Daha sonra bütün memuriyet hayatını geçireceği Numune hastahanesinde işe başlar. Burada tam 46 yıl hizmet verir.
O medrese eğitimi yaptığı yıllarda Cuma okul çıkışında 3 kez ‘’padişahım çok yaşa’’ diye bağırıp dağıldıkları günleri, Cumhuriyetin ilanı, devrimler, yaşanan tüm badireleri, ülkenin adım adım yaşadığı merhaleler, 2.ci dünya savaşı, karne yılları…
Tüm bu yaşananları, o berrak hafızasına kaydetmiş, hem çevresine, hem biz evlatlarına, her fırsat bulduğunda, bazen de gözleri dolarak anlatırdı. İyi bir vatandaş olmanın yükümlülüklerini, vatan-bayrak sevgisini, cumhuriyetin nimetlerini, kazanımlarını bıkmadan usanmadan tekraren anlatırdı.
Cumhuriyet, Atatürk ve Devrimler konusunda asla taviz vermezdi. Erzurum, Erzurumlu, illede Köseömerağa sözün bittiği yerdi. Sanki Köseömerağa mahallesinin ‘’idare amiri’’ydi. Mahalledeki birçok gencin, ailelerin problemlerini o çözerdi.
Çocukluğunda atın çiftesini yiyip, izini taşımasına rağmen, ata çok meraklıydı. Yazın veya fırsat buldukça köylere, akraba ziyaretine, atlara gider bu özlemini böylece gerçekleştirirdi.
İlerleyen yıllarda bu merakı motorlu taşıtlara yöneldi. Çocukluğumuz ve gençliğimiz onun en büyük sevdası’’Cadillac’’la geçti.1970-1986 yılları arasında birincisi Başbakan Menderes’in makam otosu, ikincisi Gaziantep’ten aldığı Cadillac onun en büyük merakı oldu. Son iki yılında çalışmadan, kapımızın önünde duran bu araba mahallenin işaret noktasıydı. Gece devriye gezen inzibatların barınağı olmuştu. Satıldığı gün, çekiciden önce evden çıkmış, yerine bakmaya bile tahammül edememişti.
Kemal amcanın Cadillac marka arabası Cumhuriyet caddesinde.
Yetimliğinin acısı öylesine içine sinmişti ki bizlere’’ Görevlerinizde, kuralları çiğnememek kaydıyla, yetimleri koruyun, kollayın’’ derdi.
Çocukluk arkadaşlarını amcamız bilirdik. Onlar da bizlerde aynı duyguyu yaşardı. En büyük arzusu tüm gençlik, çocukluk arkadaşlarının yaşadığı İstanbul’a göçmekti. Erzurum’da yaşayan birçok dostunu da kaybedince’ ’Yetimliğim yeniden başladı’’ diyordu. Ama İstanbul’a göç etmek nasip olmadı.
Erzurum da Avcılar Kulübünün kurucularındandı. Sporda Futbol ve Fenerbahçe’ye zaafı vardı. Amatör küme takımlarından Dağcılık spor kulübünün yönetiminde olması ve kısa bir süre de başkan olmasıydı onun spor camiasında çok çok sevilmesine neden olmuştu.
Sporcularını bir baba şefkatiyle koruyup, ağabeyi sevgisiyle kollaması, onlardan da aynı karşılığı alması, onu çok mutlu ediyordu. Futbolcular onun manevi evlatlarıydı. Onların okul velileri, evlenenlerin kız isteme, yüzük takma, nikah şahitliği hep Kemal ağabeylilerinin görevleri arasındaydı.
Bir müddet basınla da ilgilendi. Anadolu Ajansı'nın Erzurum temsilciliğini yaptı. Ama en önemlisi Numune hastahanesinde tüm eş, dost ve akrabasına kalkandı. Elinden gelen hizmeti hiç esirgemedi. Doktor camiasıyla hep dost, hep arkadaştı. Bunu alt kadro personelinden de hiç esirgemezdi.
Kocasından dayak yiyen, azar işiten bütün kadınlar soluğu bizde alırdı. Babam onların dert babasıydı. Ramazanlarda oruca, oruçluya hassasiyeti farklıydı. Güzel kuran okuyan, ünlü hafızları ve camileri takip ederdi.
Yoğun yaşanan yıllara kalbi dayanamamış, birkaç kez geçirdiği enfarktüs ve krizler bize her an korkuyla yaşamayı öğretmişti. Ankara’ya tedaviye giderken sanki bütün Erzurum onu uğurlamaya gelmişti. Bu Erzurum’un Kemal ağabeylilerine olan sevgisinin belgesiydi.
İşte o günlerden birisinde 8 ocak 1987 akşamı ‘’Allaha tevekkül ettim’’ diyerek, bir ağustos sıcağında başlayan 73 yıllık ömür, bir ocak soğuğunda son buldu.
Ağır geçen kış iyice ağır olmuştu. Hem de çok özlediği lapa lapa yağan karın altında yüzlerce inanan, halisane duygularla seven, tüm dostları, Lalapaşa cami avlusunda, mezarlık kapısında Kemal ağabeylilerine son görevlerini yapabilmek için toplanmıştı.
Bundan tam 24 ay sonra annemde Kemal beyine kavuştu. Gözünden gözüne inanmadığı, her gün hasta olur diye titrediği, bir dediğini iki etmediği Kemal beyine. Çocukları: Hamit, Sacit, Neslihan, Macit ve Serdar.
Neslihan'ın annesinden dinlediği büyük annesine ait ait bir anı:
O gece sabah namazından sonra Erzurum güne sala ve atların nal sesleriyle uyanır. Bu uyanış büyük bir mutluluğun müjdesi uyanışıdır.
Kapının önüne çıktıklarında, binek taşından duvar boyunca dizilen Türk askerlerini görünce sevinç çığlıkları atarak, askerlerin ellerine, ayaklarına kapanırlar. Kemal askerlerin elini öperken’’ Benim babamda subaydı, şehit oldu’ ’diyordu. Büyük anne aht ettiği üzere zorla bir askerin ayağını öperken’ ’Ahtım var, ahtım var’ ’diyordu.
Artık evdeki yiyeceklerden çay eşliğinde askerlere ikram zamanıydı.
Meğer büyük anne Erzurum’u kurtarmak üzere ‘’Erzurum’a girecek ilk Türk askerinin ayağını öpeceğim’’ diye yemin etmiş miş.
Oğlu Sacit o Cadillac’la Ağrı yolunda. Yorulmuş. Araba mı, Sacit mi?