Kadim Türk inanışına göre Kerkes kuşu kocayınca iki yumurta yumurtlar ve onların üzerine otururmuş...
Kerkes Kuşunun Vedası
Kadim Türk inanışına göre Kerkes kuşu kocayınca iki yumurta yumurtlar ve onların üzerine otururmuş. Yumurtaların birinden son yavrusu çıkar, diğerinden Barak. Kıpçaklar için Barak sadece köpek demektir. Diğer Türkler içinse köpeğin çok tüylüsü ve en çok koşanı.
Kadim Türklerin Yılları
Devrin Türk hakanı kendisinden önce yapılmış bir savaşı öğrenmek ister ve o savaşın yapıldığı zamanda yanılırlar. Hakan, kendisinden sonra geleceklerin yanılmamaları için, ulusuyla geneşte bulunduktan sonra, göğün on iki burcuna göre yılların sıralanması kararı alır.
Ava çıkan hakan, yaban hayvanlarının "Ilısu"ya doğru sürülmelerini emreder. Ulusun avladığı ve sıkıştırdığı hayvanlardan bir kısmı suya atılırlar ve içlerinden on ikisi suyu geçer. İlk geçen sıçgan yahut sıçandır. Kadim Türklerin ilk yılının adı da budur: Sıçan yılı.
İt Yılı
Ilısu ırmağını sadece tonguzun önünde geçebildiği için 11. Yılın adı it yılı. Kadim Türklerin yıllarla ilgili falları yahut yılların nasıl geçeceğine dair öngörüleri yılara adlarını veren hayvanlarla ilgili inanışlarını da gösterir. İt yılıyla ilgili falları şöyle: Fitne, karışıklık, kan dökücülük, hırsızlık ve yan kesicilik çoğalacak. At ve katır ölümleri sebebiyle hayvanların kıymeti artacak. Kış çok soğuk geçecek ve çok hastalık olacak.
Kul Yağı, İt Börü
Kadim Türklerin, hiç değilse hâkim zümresinin ite bakışındaki menfilik sadece it yılıyla ilgili fallarındakinden ibaret değil. Fazlası var ve fazlasının en veciz ifadesi de onların şu sözü: Kul yağı, it börü.
Sonrasına ne kadar geçebildik sorusunun cevabını aramadan söyleyelim. Ancak Allaha kulluk edilebileceği ve rızkı verenin ancak Allah olduğu idrakinin öncesindeyiz. Kulda potansiyel bir düşman ve itte potansiyel bir kurt görülmektedir. Her ikisi de her an efendilerinin malına ve canına kastedebilirler. Hain, nankör ve sadakatsizdirler.
Kelbiyyun
Bizimkilerin söyleyişiyle Kelbiyyun, onların söyleyişiyle Cinizm. Kinizm okuyun. Her ikisi de aynı manaya geliyor ve "köpeksi"yi, "köpek gibi"yi ifade ediyor. Mektebin kurucusu Sokrates'in öğrencilerinden Anisthenes. Meşhur edeni meşhur adıyla Kinik Diyojen. Milattan önceki üçüncü asırda yaşamış bir Sinoplu.
Kendisinden bir ihsan talebi bekleyen Büyük İskender'e verdiği cevap malumunuz: Gölge etme başka ihsan istemem.
Güpegündüz elinde lambayla dolaşırken, ne yaptığını soranlara cevabı da malumunuz: Adam arıyorum.
Anisthenes mektebini "dünyevi hazları red" üzerine kurmuş ve yirmi üç asırdır beşeriyetin Cinizmi kendisiyle tanıdığı Diyojen bu mektebe mensubiyeti, sürgün edildiği Atina'da "dönemin medeniyetine karşı çıkarak, köpek gibi yaşama" haline getirmiştir. Bu ifadeler lazım olacak, unutmamanız için tekrar edeyim: "Dünyevi hazları red", "Dönemin medeniyetine karşı çıkarak, köpek gibi yaşama".
İtlerin İtibarı da İslam'la
Hayır. Kelp tahirdir diye başlamayacağım. Kelp zaten tahirdir. Benim itikadımca da öyledir. Fakat asıl söylemek istediğim İslam'ın kelbi tahir kıldığı değil.
İslam, ölü topraktan itibaren bütün halk edilenlerin Allah'ın ayetleri olduğunu insanlara öğretti. Muminane idrak Allah'ın bütün ayetlerine hürmetle ve bütün ayetlerinden ibret çıkarmakla başlar. İtler de bu cüze dahil.
Ürüyerek Gelmedik Diyar-ı Rum'a. Ama?
Tarihi olarak tartışmalı ve ehemniyeti haiz olmayanları saymazsak, Diyar-ı Rum'a gelişimiz iki yoldan veya iki koldan.
Birinci yol veya kol, "bidat nedir bilmeyen, temiz müslüman" Alparslanın emrinde, Selçuklu adıyla ve devlet haşmetiyle.
İkici yol veya kol, gaziyanın ve abdalanın, kılıcıda ihmal etmeyen gönüller fethiyle.
Bu iki yol veya kol kimi zaman kesişse de çoğu zaman çatıştı ve çatışmalar daima inanç eksenine oturtuldu. İşin, sonunda bu yayladan şaha gitmeye kadar vardığını hatırlatıp devam edelim.
Adının her iki tarafta da mevcudiyetinden, itin İslamla gelen itibarına toz kondurulmadığını anlıyoruz.
Anadolu Selçuklu devletinin veziri ve baş mimarı: Saadettin Köpek.
Bizim Yunusun da Tapduk üzerinden ulaştığı pirinin adı: Barak.
Barak Babaya adının, Sakarya'dan bir bir Diyar-ı Rum'a dağılmak üzere Asya'dan birlikte geldiğimiz Sarı Saltuk tarafından verildiği rivayeti de itimada şayan görünüyor.
14. asırdan itibaren katiyen itibarına dokunmadan itin adını ite bırakıyoruz.
Heteredoksiden gelenlerin bu gün de iltifat için kullandıkları kelb-i Ali nitelemedir ve istisnaya denk düşmez.
Barak Babadan Devam
Hacı Bektaşın başka bir yerde durduğunu ve ona başka bir zaviyeden bakılması gerektiğini belirterek başlayayım. Hiç değilse benim açımdan.
Anadoludaki ilk asırlarımızda İslam heterodoksisi Babailer ve Kalenderiler tarafından temsil edildi. Kutbetdin Haydar'ın açtığı, yer yer ve zaman zaman esas mektebin de önüne geçen şube Kalenderiliğe nisbet edildi ve Haydari-Kalenderi denildi.
Cavlaklar ve benzerleri hizip olarak kaldı. Tapdukiler ve benzerleri şube olarak dahi kökleşemedi. Kül olarak neye tekabül ettiklerini mütehassısından öğrenelim: " Toplumsal nizama karşı çıkarak, dünyayı dikkate almaya değer görmeyen".
Şimdi hatırlamanın zamanı: "Dünyevi hazları red", "Dönemin medeniyetine karşı çıkarak, köpek gibi yaşama".
Evet. Artık diğer hüccetlerimi sıralamaya ihtiyaç kalmadığını da düşünerek onu söylemek istiyorum: Bütün şubeleri Kelbiyyundan izler taşıyan Anadoludaki ilk asırlarımızın heterodoksisi bazı şubeleriyle Kelbiyyun'un İslam içinde ihyasından ibarettir.
Erzurum Mekânı Birçok İslam'ın
Hiçbir zaman hiçbir yere gitmemiş olsak da gelelim Erzurum'a.
Karaçuha köyü sadece ismiyle bile, Horasan'ı sırtlarına alıp Erzurum'un sırtına kadar taşıyan Haydari Türkmen dervişlerinin şehre hangi yoldan ve hangi yönden geldiklerini gösteriyor.
İspanyol seyyah Clavijo'dan 15. asrın başlarında Delibaba köyünde Haydari-Kalenderilerin yaşadıklarını öğreniyoruz.
Malumatın aslı ve fazlası 16. Asrın ilk yarısına dair tahrir defterlerinde. Pir Mahmut, Baba Kulu gibi heterodoks zaviyelerinin etrafında kurulmuş ve etrafında kurulduğu zaviyenin adını almış en az on mahallesi var Erzurum'un. Bunlardan Zaviye-i Haydarihane, bu gün de ayrı isimle anılan Mülk köyü dâhil, altı köyün gelirini alıyor.
Şimdi isimleri sadece şehrin güney batısında bir köyde okunuyor: Haydari.
Şehrin Köpekler Devri
Tarihteki Erzen-i Rum'un bu günkü Erzurum olmadığı muhakkak. Karin ve Kalikalanın bu günkü Erzurum olup olmadı tartışmalı. Tartışmasız olan, bu gün yaşadığımız şehrin miladın 5. asrında Romalılar tarafından İran saldırılarına karşı, imparatorlarının adına nisbetle Teodosiopolis olarak ve bir kale şehir şeklinde kurulduğu.
Şehrin muhtelif devirleri var. Romalılar, İranlılar, Ermeniler, Araplar, Selçuklular, Gürcüler, koyunlarının rengine göre ayrılan iki Türkmen taifesi gibi.
Tahrir defterlerine göre Erzurum, Sultan Süleyman Irakeyn seferini yaparken konakladığında yani 1534 yılında, en az elli seneden beri Kızılbaş ve Gürcü fetreti dolayısıyla hâlî ve hâraptır. Şapkaları noksan koymuş olabilirim, şaşırmayın. Hâlî terk edilmiş demektir.
Terk edilmiş şehirde baykuşlar, kargalar ve köpekler yaşamaktadır.
Osmanlı Erzurum'unda Köpekler
Üç yahut köylerdekini da dâhil ederek dört başlık altında toplayabiliriz. Mesafe kısa da olsa şehrin dışında kaldıkları için dördüncüden başlayayım: Köy köpekleri.
Rızıklarından mesul daha doğrusu rızıklarına vesile insanlar köy yerinde onlara güvenerek uyur ve yanılmazlar. Köyün her nevinden kötülüğe karşı tedbiridirler. Kötülük niyeti taşıyanlar için en isabetli ikaz cümlesi onlar üzerindendir ve hala söylenmektedir: Köyü köpeksiz belleme.
Çoban köpekleri. Kehf ashabından Kıtmir'in meslektaşları. İtibarları Kıtmirden, kurtçuları meşhur, yoldaşlıkları kıymetli.
Sokak köpekleri. Mahalleri, mahalleleri ve sokakları bellidir. Etraflarındaki herkesi tanırlar ve herkes de onları tanır. İaşeleri, sonradan başına küçük konulan esnafın kazancındandır. Dükkân bekletilir, iş gördürülür, yattıkları yer bilinir. İte bak yattığı yere bak denilmez.
Kapı itleri. Unvanlarının bazı insanlara hakaret için kullanıldığına bakmayın. Kapısını bekledikleri evin bütün fertlerine sadıktırlar. Ev için bereket vesilesi kabul edilirler. Rahmetli annemden nakil ile: Köpek istermiş ki evin on iki yiğit oğlu olsun, her biri önüme bir şey atsın öyle doyayım, kedi istermiş ki evde sadece bir koca karı olsun önündekini ben yiyeyim.
Cetlerinin izini Türkistan'a kadar sürebildiğim annem, İslam inkılâbı sayesinde bereketi de köpeğe bağladı.
Latifeyi geçerek hulasa edelim. Osmanlı Erzurum'unda köpekler yoldaş, bekçi, sadık ve cemiyet efradındandırlar. O dönemi köpekler için şefkat devri olarak kabul edebiliriz.
Nereye kadar olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Gırcon
İt ve eniği zaten bizimdi. Gudik demeyi Ermeni komşularımızdan öğrendik. Gırconu da. Samanın değersiz olanıdır.
Gırcondan şunun için bahsettim. Umumi olarak cemiyetimizin, hususi olarak şehrimizin zalim ve desiseci bir zümresi her zaman olmuştur. Damarı diyecektim vazgeçtim. Kimi zaman sinmiş, kimi zaman hükmetmişlerdir. Sinmenin ve hükmetmenin uzun asırları teşmil eden tecrübesine sahiptirler. Fazlaca et yer, eti metheder, insanları boğuşturamadıklarında itleri boğuşturur ve hilkatteki hikmeti reddederler. Bu vecize onlarındır: Aslanın hakkı et, itin hakkı gırcon.
Şehirdeki, köpekle cinsi temasın bel soğukluğunu izale ettiğine dair kadim rivayetin onlardan neşet etmiş olması muhtemeldir deyip durayım.
Batılılaşma Döneminde İtler
Köpeklerin pis oldukları ve bulaşıcı hastalıklara yol açtıkları batılılaşma ile birlikte keşfedilmiştir. Keşfedenler ağırlıklı olarak Fransızca eğitimli yahut en azından Fransızca konuşan elitlerdir. Batılılaşma cereyanlarının Cumhuriyete kadar Erzurum'da pek fazla makes bulduklarını söylemek mümkün değilse de dönemin neşriyatı ile döneme dair neşriyattan Erzurum'da da frankofil bir zümrenin mevcut olduğunu öğreniyoruz.
O zümrenin mevcudiyetini imparatorluğun genel havası ile birlikte değerlendirerek, şehrimizde de itlerin itibar kaybetme vetirelerini batılılaşmayla birlikte başladığını söyleyebiliriz.
İtlerin Cumhuriyet Dönemi
Cumhuriyetle birlikte asrileşme diye de okuyabileceğimiz batılılaşmanın, hususen içtimaiyatta devlet politikalarından biri olmaktan çıkıp devletin yegane politikası haline geldiği malum. Hızlandığı ve sertleştiği de.
Cumhuriyet modernleşmesi anlaşılabilir sebeplerle, modelini batılı ülkelerde gördüğü sağlıklı toplumun peşindedir. Fakat toplumun sıhhat ve afiyet tarifi onların sağlık tarifi ile örtüşmemektedir. Cumhuriyet sağlıklıdan gürbüz olanı anlar, cumhur marazlı olmayanı.
Temizliğin muhtevasında olmasa da adında mutabıktırlar ama pisde mutabakatı sağlayamazlar. Cumhuriyetin pisi sabun kullanarak banyo yapmayandır, cumhurun pisi cenabet olan.
En mühimi cumhuriyet fukara, cumhur ondan da fukaradır. Keşke bir Ilıca'lı Marksist çıkıp gelse yahut çocukluğuna dönse ve bize büyük çermiğin, küçük çermiğin, sıhhi banyoların neye tekabül ettiğine dair sınıfsal analizler yapsa.
Eğitim uzun iştir. Kendi temizlik anlayışını cumhurunki ile telif taviz kabul edilir. Gelsin yakalık kontrolü, tırnak muayenesi.
Tamamı yakalıksız ve asla tırnak muayenesinden geçemeyecek itler paylarına düşeni alırlar. Onlar için tecrit devri başlamıştır.
Salağana
Birkaç Erzurum'dan mutaassıp olanının benim için çok şirin çok sevimli bir tarafı vardır. Israrla ve inatla hiçbir modern müessesenin adını doğru telaffuz etmez. Evinden bahsederken pekâlâ hane diyebildiği halde önüne pasta, hasta veya başka bir şey geldiğinde "ğana" der.
Aslı salhane, mezbahanın öncesi. "Ğana"yı söyledim. Lamın sakin kalmasına gönlü razı olmayan hemşehrilerim bir fetha ile ona da söz hakkı verirler ve ortaya salağana çıkar.
Salhane itleri Erzurum'da salağana itleridir. Önce "i" sonra "itler" düşer ve geriye salağana kalır. İtle de sınırlamaz hemşehrilerim salağanayı. Başıboşlara yahut meşgalesini küçümsediklerine de öyle derler.
Anladığınız gibi, salağana kelplerin Kelbiyyun halidir ve çok şükür adımızın onlarla okunmuşluğu vardır.
Hangi hanesine yazılması gerektiğini bilmesem de cumhuriyetin insanlar için başaramadığını en azından Erzurum'da köpekler için başardığını ve onlardan, pek az istisnayla, sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle vücuda getirdiğini biliyorum.
Çoban köpekleri ihtiyaca binaen kalmış, köy köpekleri için tecrit devri başlamıştır.
Şehirde ise kapı itliği müessesesi kalkmış, sokak köpekliği sona ermiş, tamamı salağana olmuştur.
Allah'ın İtleri
Ilıca'da bir çocuk, yaz sıcağında gölgelenerek kestiren köpeğe kendisi ile oynamasını teşvik için elindeki çubukla hafif hafif vuruyor. Yoldan geçen ve vuruşların hafif olduğunu düşünmeyen büyük kızgınlıkla bağırıyor: " Değme ula ne istirsen Allahın itinden".
O idrakte o it Allahın'dır. Sahipsiz olan her şey gibi. Meranın köyün, tarlanın Ahmet'in Mehmet'in, düzün Allahın olması gibi.
Salağana itler Allahın itleridirler ve başkaca sahipleri yoktur. İnkıtalı demokrasimizin onlara kolayca güç yetirebilecek olması da bu yüzdendir.
İnkıtalı Demokrasimiz ve İtler
Tarife itirazınız yoksa diye başlamamamı mazur görün lütfen. Demokrasimizin yahut bize mahsus hali ile inkıtalı demokrasimizin bilançosu için henüz erkendir. Bu tespit insanlar açısından. Köpekler açısından ise bilanço için gecikilmiştir ve geç çıkarılmış bilanço her hali ile yüz kızartıcıdır. Köpekler bütün cemiyetin gözleri önünde hukuki olmadığı gibi kanuni de olmayan metotlarla itlaf edildiler. Halkın oylarıyla seçilmiş belediyeler ve onların tenzifat personeli eliyle.
Tenzifat maalesef ve mecburen temizlik işleri demektir.
Belediye Köftesi
Erzurum'da çokça kullanılmış terkibinde mücerretler ve müşahhaslar bulunan bir öldürme vasıtasıdır. Mücerret olanlar: Taamüd, aldatma ve pusu. Müşahhas olanlar: Striknin ve kıyma.
Striknin dışındakileri biliyorsunuz. Striknin, Hindistan'da yetişen karga büken ağacının tohumlarından elde edilen bir zehir. Grekçe adı "strychnos" da zaten karga bükenin karşılığı. Uzun bir sürecin sonunda öldürüyor. Merkezi sinir sisteminde kısmi felç, hücrelerin bozularak harap olması, kasların seğirmesi ve kusarak can çekişme.
Çocukluğumda öyle bir ölüme şahit oldum. Annem onu okuyanlara köpeklerin dokunmayacağını söyleyerek Ayetel Kürsi'yi ezberletmişti. Yani Ayetel Kürsi'yi biliyor, Diyojeni, Barak Babayı ve striknini bilmiyordum.
Belediye görevlileri striknin katılarak yapılmış köfteyi itin geçeceğini düşündükleri yola bıraktılar. İt gelip köfteyi yedikten sonra birazcık yürüyüp, bir duvarın dibine büzüldü. Titreyerek havlıyor veya havlamayı deniyordu. Sonra ağzından çıkan sesler hepten hırıltıya döndü. Çocuk aklımla gözyaşlarının ağzından da aktığını zannediyordum.
Çırpınmak isteyip çırpınamayarak, şimdi uzunca diye hatırladığım bir sürenin sonunda can verdi. Muzaffer belediye görevlileri muzafferane edalarıyla ölüsünü alıp götürdüler.
Annelerimizin babalarımızın bizleri okullarda dağıtılan süt tozlarından, elma marmelatlarından niçin esirgediklerini zannediyordunuz?
Sütü Kesilmiş Medeniyet
Hasankale'li eniştemden bu defa eniklerinin önünde cereyan etmiş benzer bir ölümün hikâyesini dinledim. Köfte verilmemiş yavruları annelerini kaybetmek üzere olanlara mahsus en dokunaklı sesleri ile havlarken, ninelik terfisi de muhakkak bir anne göğüslerini açarak onlara doğru koşuyor.
O anne bizim rahmî, rahmanî ve mağlup medeniyetimizin tecessümüdür. Artık emziremeyeceğini vakanın bütün şahitleri ve memeleri bilmekte, yüreği bilmemektedir.
Acemi İşi
Usta bir muharrir böyle bir yazı yazmaz, kazara yazdığında da yazıyı bu başlıktan önceki son cümlede bitirirdi. Acemiliğim için affınıza sığınarak devam ediyorum.
O anneye mahcup olmak istemeyenler, o enikleri balonla biberon haline getirilmiş şişelerden süt içirerek beslediler.
Hasankale'nin bu günkü itleri o eniklerin ahfadındandır. O gözle bakınız.
Şimdiki Zaman
Köpeklerin insanlar eliyle soysuzlaştırılması zamanıdır. Kanunla mani olunmaya çalışılan pitbulllar, apartman dairelerinde kediler gibi yaşayan köpekler bu soysuzlaşmanın tezahürleri. Onları yazma işini müstakbel salağanalara vasiyet ederek geçiyorum.
Bu tezahürlerin en müptezellerinden birisi için sadece bir cümle: Filmlerde de hatta başrol oynayan bir vamp kadının evinde beslediği özel eğitimli iki köpeğin haberi şimdiki zamanda yapıldı.
Erzurum'a, Allahın itlerine döndüğümüzde şunu görüyoruz. Şehrimizin on yıla yakın bir süredir köpek barınağı var. Sokaklardan toplanan salağanalar, tarihte birçok örneğini gördüğümüz şekilde, barınağa götürülüyor, iğdiş ediliyor ve ölmeleri bekleniyor.
Bir kısmı götürülemiyor, bir kısmı kaçıyor ve her halükarda salağanalar barınağa sığmıyor. Geceleri şehrin muhtelif yerlerinde toplanıp sabaha kadar ürüyorlar.
Kervan sahibi olma hayali kuramayanlar. Bir kervana dâhil olamayanlar. Hep mâfevk karşısında ve her zaman mâdun kalanlar. Onların ürümelerine iştirak için içi kabaranlar. Gelin. Bizler o it ürümelerini şefkat çağları için bir toplu ağıt, belediye köfteleri ile kaybettiklerimiz için bir asi çığlık kabul edip kerkes kuşunun vedasını düşünelim.
Hani, son iki yumurtasının birinden hayırlı çıksa da hayrını göremeyeceği son yavrusu diğerinden barak çıkan kuş.
Uçabildiğini söylemiş miydim?
Fotoğraflar: Nihat KILIÇOĞULLARI