Alevi değilim.
Tüm inançlara saygılı olduğum kadar, alevi kardeşlerimizin inançlarına da saygılıyım.
İnanç yargılanamaz görüşünde olanlardanım.
Büyük Atatürk’ün laiklik ilkesini Anayasasına koymuş bir ülkenin bu tür ayırımlar içinde olması beklenemez.
Böyle ayırımlara, ötekileştirmelere vicdanımız razı değil.
Devlet kimseye din ve inanç dayatamaz.
Devlet, herhangi bir dinin, inancın tarifini de yapamaz.
Yani, “o dindir, bu değildir” diyemez.
Herkes kendi vicdani kabulüyle yaşar. Aleviler de öyle.
Neye, nasıl, niçin inandıkları kimseyi ilgilendirmemeli.
Hayatımda pek çok alevi dostum, arkadaşım oldu.
Hiç birisinden bir yamukluk görmedim.
Düzgün arkadaşlardı.
“Eline, beline, diline” düsturuna inanırlardı.
İnsan dediğin, eline, beline, diline hakim olmalıdır diyorlardı.
İslâm da bizden bunu istemiyor mu?
Aleviler, Hz. Ali’yi çok severler.
Sünniler olarak biz de severiz elbet.
Hz. Ali, Peygamberimizin damadı ve amcasının oğlu olarak O’nun ahlâkından ve ilminden uzak olması düşünülebilir mi?
Büyük Atatürk’ün vatandaşlık tarifine yeniden bakalım:
“Dini şu olan, bu olan demiyor, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olmayı” tarif ediyor.
Cumhuriyet bizi böyle kaynaştırdı.
Hepimiz, Cumhuriyetin onurlu vatandaşlarıyız.
Cumhuriyet, vatandaşlar arasında din ve mezhep ayırımı yapmıyor.
Biz de yapmıyoruz.
Kim, neye inanıyorsa inanır.
Herkes inandığının hesabını Allah’a verecek, devlete ve devlet adamlarına değil.
Kimse, kendini böyle bir hesabın sorgucusu olarak kabul edemez. Ederse şirke düşer.
Cenab-ı Allah buyurmuyor mu?
“Din günün sahibi benim.” Diye.
Her namazda “malikiyevmiddin” demiyor muyuz?
Din günü, hesap günü demek değil midir?
Neyin hesabı içindesiniz?